Tatile gel… Alışveriş bedavaya gelsin…

Bir aya yakındır ortalıkta görünmüyordum. Sonunda, Batı Avrupa’da ortaya çıkmayı başardım. Kendimi tebrik ediyorum! Bir sürü analiz ve tespitle döndüm seferden… Bu nedenlerden dolayı da, şu başlığı atmayı doğru ve uygun gördüm, dostlarım. Nedenlerini yazımda açıklayacağım şüphesiz.

Aklınıza ilk gelen soruyu cevaplayayım önce isterseniz. Bu uzun seyahate, ünlü bir markanın davetlisi olarak falan gitmedim. Zaten ben kimim ki davet etsinler?.. Hiç yâni?.. Eşimle bindik ve gittik. Bana 20 yılını vermiş, yokuma yok, varıma var olmuş, emektar eşimle. Hastanelerde beni sahiplenen tek kişi olan eşimle. İşsiz bırakıldığımda, evine ekmek getirmeyi başaran eşimle. Neyse işte, siz anladınız.

Arkadaş Avrupa bir tuhaf pahalanmış ya?.. Bu tespiti, etiket fiyatlarını 5 ile çarparak yapmadım. Mal özünde pahalı bir kere. Tabi bize göre. Caddede kaban 400-500 € (Euro) Su, 2.5-3 € falan… Zaten gittik gezdik sadece karnımızı doyurduk ve döndük. Extraya çalışmadık, anlayacağınız.

Neyse ki, İtalya’daki gibi cadde üzeri cafeye oturanlara yazılan 4.5 € oturma bedeli, Batı Avrupa rest ve cafelerinde uygulanmıyordu, sevindik. WC imkânı daha kısıtlı olsa da, İtalya’daki tuvalet kirliliklerini buralarda yaşamadık. Tahminen, kan şekeri sorunu Batı’da yaygın değil. Kaldı ki adamlar, bira ve şarap üretiminde dünyada söz sahibiler.

Bizi en şaşırtan konu ise, karşılaştığımız bir milletin çokluğu ve bolluğu idi… Evet, Batı’da artık Avrupalı görmeniz zor… Bol bulunan Afrikalı, Ortadoğulu nüfusu ezmiş Çinliler! Ya arkadaş, o kadar çok Çin’li gördük ki kendimizi bir ara Şangay’da falan sandık? Adamlar her tarafta karşımıza çıktılar. Köylerde bile. Kendi kendime “İyi ki bunlar daha Kızıl Komünist Çin, ya Kapitalist Çin olsa ne olacaktı, dünyaya el koyarlardı şimdiye” demişim?…

53 Champs-Elysses Bulvarı, Franklin Roosvelt semtinde Peugeot ile Renault’nun çekişmesi ise çok hoştu. Size daha önce sunmuş olduğum Renault Concept aracının karşısına Peugeot, Instintc’i sürmüş, büyük rekabet yaşıyorlardı. (Resimdeki mavi otomobil) Hava karardığında halk yığınları fuara gider gibi bu mağazalara yığılıyordu. Bir gecemizi “L’atelier Renault Cafe” ye ayırıp, önce karnımızı üst katta doyurduk, sonra Show-rooma’a indik. RS armadası altında Formula sükse yaparken, ben RS Megane peşindeydim. Sezgilerim, biten Mitsubishi Carizma veya Lancer Evolution serisi yerine Megane RS’in geçeceği yönündeydi. Dört çeker, turbolu, 300 HP olanından. Özetle, adamlar benden bıkıp, Auto Show’a kadar sabretmemi önerdiler. Ama bir şey patlatacaklardı, hissettim.

Sabah aynı Bulvardan aşağı devam edince, yine Çin’li sürüsüne saplanıp kaldık. Bu sefer ne var diye etrafa dikkatle bakınca, Louis Vuitton’un Black Fridey’ine denk geldiğimizi anladım. Valla adamlar üşenmeyip koca mağazanın önünde 250-300 metre kuyruk oluşturmuşlardı. Şaşkındım. Sürüyü aşıp kaldırım köşesine ulaştığımda şaşkınlığım katlandı! Ortadoğulu Fransız’lar LV’nun köşesini kapmış, Ferrari, Lamborghini kiralıyorlardı. Hem de anlık. 20 dakikası 90 € idi… Resimde de var… Eşim niye bu işe girişmediğime çok şaşırdı! Defalarca üsteledi de… Tecrübeme istinaden, neden kiralamaya girmediğimi sıraladım, cem’an. 1 Paris içinde yoğun trafik var ve sadece 1 ve 2’nci vites gidebilecektim. 2 Her an geçen 10’lu 15’li sireni açık polis otoları beni tedirgin etmişti doğrusu. 3 Bir heyecan duymadım. 4 Başa ne gelir bilemezsin, uzak durdum.

Sizinle ilgili pasajı özetleyecek olursam. İtalya’da sadece bir kere Ferrari gördüm. 1965 sarı tek kişilik pist aracıydı, onu da zaten polis çevirmişti. Bunun haricinde, Batı Avrupa’da 2-3 Porsche haricinde heyecan verecek bir araca rastlamadım. Tüm halk orta sınıf araçlarla durumu idare ediyordu. Genel görüntü buydu. Sadece, ünlü anlaşmanın imzalandığı Schengen kasabasında 4-5 rallici kılıklı otomobille rastladım. Hepsi de aynı marketin otoparkındaydı. Aktivite var sanıp sevindim. Meğer, vergiden muaf olduğu için hepsi o markete geliyormuş, geldikleri hızla da döndüler.

Tüm seyahat boyunca gözlemlediğim, Ortadoğu’lu azınlığın Batı’da refah içinde mutlu yaşadığıydı. Hatta geceleri sokaklarda canlı müzik yapıp, ateş yakıp, etrafında akrobatik danslar yapıyorlardı. Kimse onlardan rahatsız değildi. Afrikalılar daha yoksul ve içine kapanık yaşıyordu, gördüğüm. Hepsi de ayak üstü satıcılıkla geçinmeye uğraşıyordu. Ev sahibi Avrupalı ise gece geç saatte işten çıkıp, uyumaya evine koşuyordu. Artık sokaklar onlara ait değildi çünkü. Kiraları ise neredeyse maaşlarını yarısına denk geliyordu ve hayli hırpalanıyorlardı. İyi maaş alan biri yaklaşık 2500-3000 € aylık alırken, bu miktarın, 1.250-1500 € kısmı kiraya ve ulaşıma gidiyordu. Giyim kuşam, yeme içmenin pahalı olduğu bu coğrafyada haliyle maaşlar yetmiyordu.

Tüm bunları gözlemleyen ben, şu sloganı uygun buldum ülkem için;

“Türkiye’ye tatile gel… Alışveriş bedavaya gelsin”

Lâf olsun diye yazmadım. Gerçek budur.

Tatile gelen, artan parası ile donanır gider.

Kim ile tanıştıysam, Marmaris’e davet ettim.

Çinliler hariç, çünkü hiç biri İngilizce bilmiyordu.

Zaten dönünce, toprağı öptüm.

Her şeye rağmen…

Ülkemin kıymetini bir kez daha kavradım.

İşin aslı astarı budur.    04.12.2017 : 15.15

Son 70 haber

Yoruma kapalı

Arşiv

Go To Top